güven etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
güven etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Temmuz 2012

Sarılalım sıkı sıkı!




Bundan bir önceki yazım baya depresif olduğundan çok tepki çekmişti. Hayatın güzel yanlarından bahsetmem gerektiğini söyledi bazı kuşlar bana. Bir yazı dizisine başlamayı düşünüyordum aslında ben. Sonra kafamda bir ışık yandı. Allah'tan ampul değildi yanan ışık… Neyse… Yazı dizisine başlamadan önce, bu hayatın güzel yanlarını yazarsam, yazı dizisi ile arasında bir bağ kurabilirim, bu giriş yazısı gibi olur diye düşündüm.


Bugün ‘sarılmak’ kelimesini çok tekrar ettim. Çok tekrar ettik. Çeşitlerine değindik falan.  Evet evet, bazılarınız fark etmiştir, bazılarınız etmemiştir. Sarılmanın çeşitleri falan var. Hepsinin ortak noktası ise içten gelerek yapılan bir hareket olması. Çoğu zaman öpüşmek kadar iyi olduğunu düşünüyorum ben sarılmanın. Güven veren, yalnız olmadığını hissettiren, insanı tamamlayan türde bir şey.  İki kıtanın kıyı şeridinin birbirine uyması gibi, sarıldığınız zaman da bedeninizin karşınızdaki insana uyum sağladığını fark edersiniz. Buram buram cinsellik kokan bir cümle oldu sanki ama arkadaş sarılmalarını da kapsadım ben o cümleyle, bunu bilelim lütfen :D

Şu sarılma işini sıkıldığınız, mutsuz olduğunuz ya da kendinizi ruhsal olarak herhangi bir sebepten ötürü berbat hissettiğiniz anlarda yaparsanız sadece bir saniye içinde vücut enerjinizin değiştiğini fark edersiniz. Karşınızdaki kişiye ağlaya zırlaya derdinizi anlatırsınız, hiç tepki vermez, hiçbir şey demez fakat konuşmanız bittiğinde size sıkı sıkı sarılır ya, işte o zaman o tüm cevaplara bedel olur bir anda. Saatlerce öyle kalabileceğinizi düşünürsünüz.

Arkadaş sarılmasının çok tipi yoktur. Kafalar omuzda mümkün olduğunca çok sırıtarak ve sırt sıvazlayarak yapılır. Saf sevgi ile yapılan bir eylem olur bu genelde. Erkek-kadın arasında olandan çok çok farklıdır.


Gelelim ona. Erkek-kadın arasında olana :) En uzun süreli sarılmalar onlar oluyor genelde. Hele de arada ağır aşk varsa. İşte onun çok çeşidi var. Daha bugün masaya yatırdık bu konuyu. Benim favorim şu kadının başının, erkeğin göğsüne yaslanmış olan hali. Güven verici sarılma o mesela. Erkekler ne kadar saçları ile oynanmasını sevmezse, kadınlar da bir o kadar sever.  O sarılmalarda, erkek kadının saçını, kadın mayışana kadar okşayabilir mesela. Öpebilir falan saçlarından. Tamamen huzur içeren bir şey bir kadın için. Tabii bunun erkeğe hissettirdiklerini yazamıyorum pek, malum hiç o taraftan öyle bir deneyimim olmadı. :) Ama onlar içinde oldukça güzel olan bir eylem olduğuna eminim.



Kafa boyuna gömülen sarılmaya değinmemiz gerekirse, o da bol bol romantizm kokan bir sarılma çeşidi. İyi hissettirme konusunda bütün sarılma tipleri ile yarışabilir. (anne kucağı dahil =P) Kişinin, karşısındaki insanın kokusunu içine derin derin çektiği o anda baya yatıştırıcı etkisi olur vücutta. İşte bu yüzden öpüşmekle yarışır sarılmak. Şimdi yazmayacağım hepsini ama daha çoook sarılma var biliyorsunuz ki :)



Diyeceksiniz ki önceki yazının nasıl kurtarıcısı olur ki bu yazı?

Hayatı güzel yapan şeylerin başında aşk gelir. Ne kadar toplumumuzda, hatta tüm dünyada erkeklerin kadınlar gibi sevmediğine insansa da insanlar, bir gerçek vardır ki; o da herkesin kendince bir sevme yöntemi olduğudur. Erkek de kadına sarıldığında hissettiklerini inkâr edemez. Çünkü o duygu neredeyse elle tutulur, gözle görülür bir şeydir. İnsan kendini bir yere kadar kandırabilir. Herkesin sevmeye ve sevilmeye ihtiyacı vardır. Yoksa cidden bir önceki yazımda yazdığım kadar sıkıcı olur hayat. Tüm o zor olaylardan yorgun bir savaşçı gibi çıktığınızda, elinizi tutacak birinin olduğunu bilmek insana yaşam sevincini veren şeydir. Zannetmeyin ki erkekler çok güçlü, kadınlar çok güçsüz, bu duruma göre hissedilen şey değişiyor… Bunlar önceki nesillerin bize dayattığı aptal tabulardan başka bir şey değil. Yedi yaşındayken yere düştüğünde anneye ihtiyaç duyan insan yirmi yedisinde, kırk yedisinde veya altmış yedisinde ihtiyaç duymayacak mı? Hissettiği duyguları sınıflandırırken; çocukken “çocuk” diyorsak, insanlar büyüdüğünde “kadın” “erkek” demenin bir alemi yok. Hissedilen duygunun adı değişmiyor hiçbir zaman. Senelerdir aynı şeyler bunlar. Değişen sadece hissetme tarzı... değişen sadece sarılma tarzı :)

Eğer zaten bir insan; kadın ya da erkek fark etmez, kendisini “sevgiye ihtiyaç duymadığına” inandırmışsa, işte esas o zaman hayatı fazlasıyla boktan gidiyordur. İnsan gibi yaşamıyordur denebilir.


Hayatı güzel yapan şey insandır zaten. Aslında kötü yapan şey de insan. Ne diyeyim, hayat tuhaf. Sıkıcı ama güzel. Mademki yaşamaya mecburuz, onu güzelleştirmek de tamamen bizim elimizde.



19 Şubat 2012

Selam tanışalım mı cağnım?

Bu sefer fotomoto yok bunu dinleyiniz

Başlık çok önemli bir kelimeyi barındırıyor. "Tamam, tanışalım" diyorsunuz, peki tanıyabiliyor musunuz? Şuan çevremizdeki o kadar çok insanı tanıdığımızı zannediyoruz ki… Aslında tanımıyoruz. Boşuna annem gelip kafamda “Bir insanı tanımaya bir ömür yetmez.” Diye öğüt verip durmuyor. Kadın haklı beyler, dağılın! (Gerçi o her daim haklı da, neyse, konu bu değil şimdi)

İnsanın iç dünyası denen şey çok acayip. Fok balıklarının yalnız olması kadar acayip hem de. Hatta insanların popileri olması kadar acayip! Daha önceki yazılarımda demiştim, "kendimi dışarıya mutlu mesut, kahkahalar atan biri olarak gösterirken aslında içimde fırtınalar kopuyor olabilir" diye... ____! (link’i açtıktan sonra buraya ‘ıyk Sezgiii!’ şeklindeki iğrenme nidası gelecek)

İşte bu da tam olarak insanı tanıyamamakla ilgili bir durum bence… Çünkü benim bir süreliğine takındığım bu tavırı, bir ömür sürdürebilenler var! Canım ciğerim dediğiniz insan gün geliyor öyle bir yamuk yapıyor ki, düzeltebilene aşk olsun… Ve ben, tanıdığımı düşündüğüm bir insanın, “açıklarını” yakaladıkça o kadar deli oluyorum ki, anlatamam! Böyle normal normal konuşurken arada bir laf ediyor, aldırış etmiyorsun, sonra 2,3,5,7 derken her şey yavaş yavaş açıklığa kavuşuyor. O kişinin bilmediğin yönlerini keşfetmiş oluyorsun. İşin kötü yanı bunu 2 günde de, 2 ayda da, 2 yılda da hatta 20 senede de fark edebilirsin! Başlarda bir süre kişiyi sevdiğinden ötürü “Bunun nesi var ki böyle? Allah Allah bi tuhaf falan deyip geçiştirirsin. Sonraki levelda “Kafasına sıçcam ben bunun hea! Napıyo bu adam la? Deli edecek beni!” demeye başlarsın. En sonunda da gerçekler ortaya çıkar! Bu kişi senin düşündüğün adam değildir.

Önyargı ile ilgili bir yazım vardı. Bu da bazı insanların tanıma yöntemi, az önce anlattıklarımın tersi bir nevi… Bu zekai şahıs, birini; 2 günde elde ettiği bulgularla kafasında oluşan karakterin içine yerleştirir, sonra kişi “Ben aslında böyle bir insanım, sen beni dinlemedin ki anlatayım.” Deyince, zekainin verdiği cevap “Ben sana güvenmiyorum.” Olur. Hay seni eşekler kovalasın e mi! Tarzan beyinli. Tarzan bile senden zekidir oğlum. Kafanda kurduğun şeye tabii güvenmezsin geri zekalının başganı!

Kitaplar için ‘satır aralarını okumak gerek’ derler ya, insanlar için de yapmak lazım onu. Gerçi o da zor iş. Başta demiştim, -daha doğrusu annem demişti- bir insanı tanımaya ömür yetmez. Siz siz olun kolay güvenmeyin. Adama amcam dersiniz, halanız falan çıkar…