tuhaf insanlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tuhaf insanlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Kasım 2013

Metrobüse Binerken Arkadan İttirenlerin Yazısı

Uzun zamandır blog yazma işine geri dönmek istiyordum. Bununla ilgili kaç tweet attığımı takipçilerim bilir. Fakat bir türlü nasip kısmet olmadı. Düzenli yazarken fark etmemişim ama cidden zor işmiş blog yazmak.

Bu ortadan kaybolduğum süreç içerisinde güzel güzel hikayeler yazdım. Onları buralara koymadım çünkü pek sizin tarzınız olmadığını tahmin ediyorum. (Evet arkadaşlarım, sizlerden bahsediyorum... Tamam hepiniz değil birçoğunuzdan bahsediyorum) Şimdi bu naçizane dönüşü yaparken tüm komiklik yeteneğimi kaybettiğimi fark etmemle birlikte bu blog yazısını amaçsızca yazdığımı da fark ettim. Anlaşılan konu bulma yeteneğim ide kaybetmişim. Cidden benim burada ne işim var o zaman diye sormak istiyorum kendi kendime ama valla anlamadım, yazıyorum böyle mal mal. Aslında yazacak çooook konu birikti 16 ayda. Ama artık eskisinden daha sinirli bir insan olduğumu fark ettim. O yüzden yazamıyorum galiba. Çünkü eskiden kafam rahattı, objektiftim; (hiç de değildim, Ruslara az giydirmedim) şimdi ise bir Kova burcu olmanın nadide özelliği olan 'kendi kafandaki fikre körü körüne inanma/sabit fikirli olma' halindeyim. Beni biraz da hükümet bu hale getirdi. Agresif, sinirli biri olmamın en büyük sebebi onlar. Bir de hala erkek arkadaşım yok. (HALA?!?!) Eğer olsaydı onunla biraz kavga ederdim ve böylece yazacaklarımı düşünürken sinirlenip her şeyden vazgeçmezdim. Tabii bu hala hükümet sorunsalımızı çözmüyor. (Siyasete girmek istemiyorum ama arkadan ittiriyorlar sürekli, neyse ben güçlü kızım, kolay kolay itilmem devrilmem, bu cüsseyi yıkmak bazı "...."lar ister!!)

Neyse ya, olmayan konumuzu dağıtıyorum. Artık neredeyse her gün insanların sapıtma yolunda emin adımlarla ilerlediklerini görüyorum. Bunu en iyi görmemi sağlayan şey her gün metrobüse biniyor oluşum. metrobüse düzenli binen herkes blog yazabilir biliyor musunuz? Hatta ve hatta isterse senaryo, hikaye, kitap bile yazar. Her gün başka bir konu çıkıyor çünkü. Bulmamanıza imkan yok. İnsanların sapıtmalarından lafı buraya şöyle getirdim; klasik bir biniş-iniş/yer kavgası hikayesi anlatmayacağım. Şahit olduğum bir diyalogdan bahsedeceğim biraz.

Geçen gün Cevizlibağ'da 34A beklerken (34A'nın ana durağı Cevizlibağ'dır, metrobüs boş gelir oraya falan) önümde iki amca (65-75 yaşları arası) bağırarak konuşuyorlardı. Baya bağırarak konuşuyorlardı. O kadar yüksek sesliydi ki YTÜ Davutpaşa kampusündeki arkadaşlarım sohbeti duymuşlardır o derece. O kadar yüksek ses bariz bir şekilde duraktaki herkese konuşmaları duyurmak adınaydı. Sohbetin konusu "Belediyeler"di. Amcalardan biri lafa "Geçen yıllarda İzmir'e gittim. İzmir'i gördükten sonra anladım ki İstanbul cennet." diye bir nitelendirme yaptı. Sohbet temasının belediyeler olmasından amcanın nereye dikkat çektiğini anlamışsınızdır. Efendim İstanbul’da sorunlarla çok iyi baş ediliyormuş, burası başlı başına bir devletmiş, bu idare başka hiçbir yerde yokmuş… İşin can alıcı kısmı da on sene öncesine kadar İstanbul bu kadar mükemmel değilmiş. Son on senedir İstanbul böyle cennetleşmiş.

34A’yi beklemeye devem ettiğimiz dakikalarda yaptıkları bu İstanbul’u övelim ana fikirli konuşmanın duraksama kısımlarında, yüksek seslerini koruyarak “BU 34A DA NEDERE KALDI? BAK KAÇ TANE 34 GELDİ 34A GELMEDİ HALA!!” şeklinde şikayet etmeleri konuştukları konuyu bir hayli ilginç kıldı. Hem de 10 KOCA DAKİKA BOYUNCA hem metrobüs yoksunluğundan şikayet ettiler, hem de İstanbul belediyesini övdüler. (Bilmeyenler için diyorum metrobüs doldukça yenisi gelen bir sistem, neredeyse her dakika yeni bir tanesi gelir bu yüzden 10 dakika uzun bir süreç oluyor beklemede)

Önümüzde Cevizlibağ’dan teee Küçükçekmece’ye kadar uzanan korkunç araç trafiğini gördükleri halde, 10 dakikadır boş metrobüs gelmediği için insanların akraba olacak seviede birbirlerini fordlamaya başlayıp Cevizlibağ metrobüs durağının Reina sezon açılış gecesine döndüğünü kıçlarında “hissetmelerine” rağmen, o süreç boyunca bizim bu sikko belediyeyi övmeye devam ettiler.

YÜKSEK SESLE!!!

Anladık AKP belediyelerini sevdirmeye çalışıyorsunuz, CHP belediyelerini kötülüyorsunuz, aferin size, nice job, ama bari böyle bir şey yaparken İstanbul Belediyesi’ne ait bir sistemdeki hatadan şikayet etmeyin. Susun, o kısma karışmayın. Neredeyse aynı cümle içinde kendinle çelişiyorsun amcacım sen n’apıyorsun ya?

Tabii ki de kimsenin görüşüne böyle “samimi” bir ortamda zaten bir şey demem de, şimdi diyorum ki konuşurken daha dikkatli olmak lazım. Eğer bir görüşü başkasına aşılamak istiyorsan ilk önce kendinin buna inandığını karşındakine inandırman lazım. (Bu cümle olmadı di mi?)

Konuyu genele dökersek; fikirler değişebilir, bu normaldir. Sadece aynı cümle içerisinde değişmez.

Bu berbat yazımı bitirirken şunu söylemek istiyorum ki az önce yazıya bir konu bulup onu işlemişim kendimi tebrik ediyorum. ^_^ Amaçsızca başladığım yazıda insanların beyinlerinin bazı hücrelerini kullanıp bazılarını süresiz tatile çıkarmalarının nelere yol açtığından bahsetmem güzel bir öğütleme olmuş.


Dip not: Metrobüste konuştuklarınıza dikkat edin. Müzik dinliyor olsam da sizi duyabilirim.

5 Haziran 2012

Kime bakmıştın, tanıyamadım?




Aslında pazartesi günü bir soru sormuştum facebookumdan “Sizce hangi konuda yazı yazayım” diye. Maalesef şimdilik hepinizi üzerek farklı bir konuda yazmaya karar verdim. Hatta o gün o konuda yazmıyorum diye de bir laf etmiştim. Ama bu son zamanlarda yaşadıklarım gördüklerim ve duyduklarım sayesinde öyle bir büyüdüm ki, size anlatamam…

Geçen akşam arkadaşlarımla birlikte fasıla gittik böyle eğlence olsun, hoş sohbet olsun konuşalım diye. İlk önce internet aleminde insanların “tuhaflığından” konu açıldı. Hepsi çok ilginç şeyler yaşadıklarını anlattılar. Hatta bir an duyduklarımla böyle gözlerim yuvalarından fırladı. “Öyle insanlar vardı ki, biz onun IP’sini gördüğümüz halde kendine başka hesaplar açar, kendi yazılarına yorum falan yapardı. Kendi kendisiyle konuşurdu.” Diye… Abi bu şizofrenlik değil de nedir Allah aşkına? Normal bir insan hangi kafayla bunu yapar ya?

Sonra konu iş hayatının olaylarına geldi. Zaten çevremden o kadar çok şey duyuyorum ki ikiyüzlülükle ilgili. Bazen ağzım açık kalıyor böyle, kapatamıyorum dakikalarca şaşkınlıktan. İnsanoğlunun çıkarları için yapamayacağı şey yok gerçekten. Zaten en basiti trafiğe bakın. Hep önce ben gideyim, yol benim olsun, başkasının şeridi tıkanırsa tıkansın ben kendime bakarım olay…. Henüz iş hayatına atılmadım, ama şu “müdür” kavramından şimdiden geriliyorum ben. Kapitalist baskıya pek gelebilen bir insan değilimdir çünkü. Haksızlığa tahammül edemiyorum. Günün birinde müdür falan olsam ne olacak diye düşünüyorum bazen. Emir vermek şart çünkü… Ben daha forumda moderatörlük yaptığım zamanda bile, bir şeyi defalarca yanlış yapmış bir üyeye ciddi bir uyarı yapmam gerekirken “Ee şey canım ya, rahatsız ediyorum, şöyle böyle yapmamak gerekiyormuş” diyen bir adamım. Henüz hazır değilim yani anlayacağınız kötü, sert ve ciddi olmaya. Ama bazı insanlara gereken durum da bu ne yazık ki..

İş hayatının dışında bizzat okul hayatında da yaşıyoruz bu acımasızlığı… Bazı hocalar sadece birkaç kuruş fazladan para için öğrenciyi yaz okuluna, bütünleme sınavlarına falan bırakıyor. Yani, bu yollardan sen de geçtin be hacı, insanı nasıl zor durumda bıraktığını bir bilsen. Geçme notu 50 ilen 47 ile kalmak insan hayatını mahveden bir şey. Tamam haklı oldukları durumlar vardır tabii, ama kusura bakmayın yani. Biz de haklıyız!

Ego denilen şey akıllara zarar… Bazen annemlerle birlikte o kıyafet programlarını izliyorum. Böyle kadınlar geliyor, kendilerini tanıtıyorlar, kişisel özelliklerinden bahsediyorlar falan. Sonra bütün işleri güçleri diğer yarışmacıları ezmek oluyor. Yok şunun poposu şöyle yok şunun bacağı böyle, yok şuna bu elbise yakışmamış. Hele de geçenlerde bir kız vardı, kız alenen kabul etti “ben kendini beğenmiş biriyim, biri bana çok güzelsiniz dediğinde teşekkür ederim biliyorum diyorum” demez mi? Allah’ım o an onun saçından tutup böyle yerlere çalasım geldi. Abi, gerizekalı mısınız? Hof yani!

Kendine güven ve egoizm arasındaki ince çizgiye dikkat etmek gerekiyor. Mesela benim annem kendine güvenin hakkını veren bir insandır. Asla başkalarına kendi hakkı olanı yedirmez, zekidir de. Ama ben hiç başkasını küçük görerek, aşağılayarak kendini yücelttiğini görmedim. Ya da isteyerek ya da bilerek başkasının hakkını yediğini… Belki kıyas yapar ama çirkinleşmez, o çizgiyi çok iyi bilir. Babam ben kendimi bildim bileli çok yardım sever bir insandır. Hele trafikte yayalara falan yol verir yani. Ben elin kıç kadar Acıbadem caddesinde karşıdan karşıya geçmek için 2 dakikadan fazla beklediğimi bilirim. Uzun lafın kısası, ben böyle yetiştim, böyle gördüm, bilmiyorum, o yüzden insanların yaptıkları şeyler bana normal gelmiyor belki de. Tek eksiğim kendine güven sanırım, o da zamanla oturur diye umuyorum.

Böyle bazen dünya senin etrafında dönmüyor diye bağırmak istiyorum bazı insanlara. Mesela işi düştüğünde selam verenlere! Bacım, oğlum, ben senin arkadaşınsam, sen bana bir selam vermeyi çok görmemelisin. Doğum günümde facebookta duvarıma “Doğum günün kutlu olsun.” Yazmayı çok görmemelisin. 4 kelime lan. Ne kadar zor olabilir ki? Ben senden ilyada destanını beklemiyorum, bir selam bekliyorum. Hadi diyelim işin düştü, bari önce bir naber diye sor :D Direkt “ya bıdı bıdı gibi bir durum var, yardım eder misin?” çaresiz ediyorum ne yapacağım. Vardır çünkü benim de öyle yanlışım… Bir arkadaşım yardım almam konusunda ortak bir arkadaşımızı önermişti bir keresinde. Allah’ım böyle bir çekinme yok yani, “Ama ben ....... ile bayadır konuşmadım, şimdi ayıp olmasın, valla bak” diyorum sürekli. Acaba bu psikolojiyi herkes yaşıyor mudur? Yani vicdan rahatsızlığından bahsediyorum. Pek ümitli değilim. Egonun olduğu yerde vicdan pek barınmıyor.

Benim ağzım torba değildir büzemesin genelde. :D Ama sosyal medyada yani. Zaten hiçbir zaman inanmamışımdır “Gelsin yüzüne de söylerim” mantığına. Vardır tabiisi söyleyen de ama yazarak söylediğinizi yüzüne söylerken içinizdeki siniri yansıtamazsınız, çekinirsiniz. Ben de öyleyim biraz. Pat diye konuşurum, kızdım mı kapama tuşum yok. “Ama sonra çok üzülürüm”, acaba kırmış mıyımdır diye. Geçenlerde yaşadım böyle bir olay. Twitterdan bi laf ettim fena patladı bi tarafımda. Demek istediğimi diyemedim. Ama isteyerek yaptığım bir şey değildi. Lafın nereye gideceğini tahmin edemedim. Zaten dersimi de aldım. Bir daha asla yani... Karşı tarafın sinirlenmesi ayrı benim üzülmem ayrı yani… Edilen lafın nereye gideceğini bilmek şart. Bir şeyi yapmadan söylemeden önce dönüp kendine bakacaksın, Maykıl Ceksın da diyor ya “Do think twice” diye. Haklı rahmetli… Şaka derken kaka oluyor.

Bu yazının özeti; insanlardan bıktım anlayacağınız, hocalardan, müdürlerden, üslerden, çıkar arkadaşlığından, çakma siyasetçilerden, yalandan dolandan. Ya yalan söylememek bu kadar kolay olmamalı arkadaş ya! Senin çıkarların için yaptığın şeyler, söylediğin laflar, fena döner geri sana. Bunu her dakika hatırlamak lazım.

Son söz olarak da Paul Auster’ın "Ben insanın diğer yüzünü görünce ilkini hatırlamam." Sözünü buraya çakarım, kapıyı çeker çıkarım sonra da!

Saygılars. Öperimg.